20 Şubat 2009 Cuma

1950-1965 ARASINDA GİLİNDİRE

1950’li yıllarda Mersin-Antalya karayolu deniz kenarından değil de şimdiki Çakmakoğlu Caddesi’nden geçerdi ve oldukça dardı. Stabilize yol jandarma karakolunu geçtikten az sonra da çarşıyı ikiye bölerek devam ederdi. Yolun her iki yanında eski binalar bulunmaktaydı. Solda deniz kenarında Şakir, Şerif Mahmut, Bakkaloğlu Hasan Hüseyin’in dükkânları, Nuh’un lokantası, Uzun kahve, Gülüm’ün dükkânı, Yaşar Taner’in çalıştırdığı lokanta ve Kiyaoğlu’nun kahvesi vardı. Dalgalar da bu binaları yıllardır yalayıp duruyordu.
Yolun sağında ise Demirci Ahmet’in dükkânı, Muhtar Vehbi Efendi’nin yaptırdığı köye ait dükkân ile Mehmet Levent’in dükkânından sonra yukarıya doğru bir patika sapardı daha sonra Müftü Yusuf Efendi’nin dükkânı, bir yıkık ile Hacı Efendilerin dükkânı, yine bir yıkık ve Kiyaoğlu’nun kemerli dükkânı bulunuyordu.
Hemen hemen çarşının ortasında varınca, yol ortada büyük bir meydan oluşturarak çatallaşır ve biri limana doğru, diğeri ise batı istikametine devam ederdi.
Bayram kutlamalarının yapıldığı ve pazarın kurulduğu Cumhuriyet meydanında dangalak ağaçları ve akasyalar, doğu kısmında bir kuyu, batısında ise yaklaşık iki metre yüksekliğinde mermer sütunlar vardı.
Meydanın güneyindeki bir merdivenden iskeleye giden yola inilir ve bu yol üzerinde, sağda çeşitli mağazalar, Gümrük binası diye adlandırılan ama askeri lojman olarak kullanılan bina, Gemici kahvehanesi, Tekel’in deposu, Uzun Irza’nın iki katlı tahta balkonlu evi ve ayrıca iki üç dükkân mevcuttu. Tekel’in deposunun (şimdiki kazı evinin) arkasından Uzun Irza’nın evine giden dar sokakta, sağ tarafta kemerli girişleri olan dükkânlar vardı. “Bu dükkânlar Rumlarındı. Burada meyhane vardı. Meyhanecinin birinin adı da Sava idi.”(AHMET GÜLÜM)
İskeleye inen yolun solunda ise Ahmet Ali Usta’nın dükkânı, köy odası ve Tekel’in idare binası vardı. Bu binanın girişi arkadandı ve önde denize nazır bir balkonu bulunuyordu. Yol yarımada üzerine kadar gider PTT binası ile hükümet konağında sona ererdi.
Cumhuriyet Meydanı’nın kuzeyinden geçen yol üzerinde, çeşitli dükkânlar, bir fırın ve bir otel vardı. Meydanın batısındaki küçük dereden sonra yolun altında büyük bir bahçe bulunuyordu. Yolun üstünde ise altı dükkân üstü ev olan birkaç binadan sonra çeşme ve camiye varılırdı. Çeşmenin karşısında yolun altında otel olarak çalışmış büyük bir bina vardı. Çeşmeyi geçtikten sonra yolun altında ve üstünde yine evler diziliydi. Yolun altındaki evlerden ikisinin arasından, hamamın doğusundan, iskeleye küçük bir yol inerdi.
1963-1964 yılları arasında eski ve dar olan karayolu genişletilirken, deniz kenarındaki çok sayıda eski bina yıkımdan nasibini aldı. Açılan bu yol binaların bir kısmına mezar olmuş bir kısmını da Akdeniz'in mavi sularına iteleyivermişti. Binaların yerine kalın bir duvar yapıldı. Gilindire'de deprem olmuştu adeta.
Gilindire’nin doğusu ile batısı arasındaki mesafe 1 veya 1,5 km idi. 120 kadar da ev vardı. Batıda yolun solunda Kasap Hasan Hüseyin’in evi, sağda yukarıya doğru Kamiloğulları, daha yukarıda Topal Hacı, Gürcü, Hüseyin Şimşek, İbiller, en yukarıda ise Sabitlerin evi vardı; doğudaki en son ev yol kenarında Gemici’nin, yukarıda dağa doğruysa Şerif Mahmutların evi bulunuyordu.
Evler taştan ya tek ya da iki kat olarak yapılırdı. Sıvası çamurdandı. Genellikle karşılıklı iki oda ve küçük bir holden oluşurdu. Odalar holün sağ ve solunda musandıra denilen 3x3 ebadında ahşap bölmelerle ayrılırdı. Musandıralar genellikle dört bölmeliydi: 1) gusulhane (banyo) 2) altı depo üstü yüklük 3) odalara giriş kapısı 4) bu bölümlerin hepsinin üstünde ise fazla küçük eşyaları koymaya yarayan tahta işlemeli ince uzun bir depo.
Duvarlara mertekler uzatılır, üstüne pardı döşenir ve pür ile kaplandıktan sonra toprakla örtülürdü. Kışın akmasın diye de yuvak ile yuğulurdu. Yerler genellikle tahta döşeliydi; mutfak olarak da kullanılan odada bir ocaklık bulunur ve buradaki musandırada banyo yerine bir un deposu ve üzerinde ekmeklik olurdu. Evlerin pencereleri tahta kepenle kapatılırdı.
Yere genellikle çul serilir, duvar diplerinde küçük minderler ve arkalarında ucu oymalı yastıklar ya da içine hasır basılmış halı yastıklar bulunurdu. Yerde yatak serilip yatılır, sabahleyin yataklar toplanıp yüklüğe kaldırılırdı.
Bazı evlerde duvarda dört parmak eninde uzun bir tahta çakılı olurdu ve üzerinde çiviler bulunurdu. Bu çiviler yatarken pantolon, ceket ve gömlek asmaya yarardı. Evlerin çoğunda duvarda, bir bez kese içerisinde kuran ve dolma tüfek vardı.
Tuvalet, bahçenin bir köşesinde derme çatma, çoğunun kapısına bir çul parçası gerilirdi. Bahçede bazen evin altında ahır ve samanlık bulunurdu. İki katlı evlerin üst katında tahta balkon ve bir kenarında ise dama çıkmak için bir merdiven vardı.
Büyükalan ve Küçükalan’da tarlası olanlar ya kendileri ya da ortağı arpa, buğday, mercimek ve burçak ekerlerdi. Erkeklerin çoğu işsizdi; kimi çarşıda Gülnar’dan kum yüklemeye gelecek kamyonu bekler, kimi balığa çıkar kimi ise kâğıt oynardı.
Tarlada genellikle hanımlar ile delikanlılar çalışmaktaydı; hayvanlarla uğraşmak da onların işiydi. Kadınlar hamur yoğurur, dışarıda ateş yakar, ekmek atardı, yakınlarından birisi geçerse, çağırırlar bazlama ikram ederlerdi. O yıllarda her aile ekmeğini kendisi yapardı. Yapamayan ya da parası olan fırından satın alırdı ekmeğini.
Kadınlar çamaşırları kuyu yanına kurdukları kazanlarda kaynayan sularla yıkarlardı. Beyazlarını da bu kazanlarda kaynatırlardı. Deterjan olmadığı için küllü su kullanırlardı. Kendileri ve çocukları küllü su ile yıkanırdı. Küllü su ile yıkanan saçlar sanki şampuanla yıkanmış gibi yumuşacık olurdu.
O yıllarda insanlar daha tutucuydu: Kadınlar erkeklerin yolunu kesmez, uzun entari giyer, başlarına oyalı beyaz çember bağlardı. Erkekler ise kadınların ve çocukların çarşıdan geçmelerini istemezdi; çocuklar sadece büyükleri tarafından yollandıkları zaman çarşıya giderdi. Bu nedenle çocuklar ve bayanlar Gilindire çarşısının üst tarafından geçen ve yıkılan camiinin yanından ana yola bağlanan yoldan (şimdiki Camii Sokak ) giderlerdi.
İlkokul şimdiki Kaymakamlık binasının olduğu yerdeydi. 1958 tarihinde şimdiki İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’nün yerinde yapılan yeni okula taşındı. Ortaokul yoktu. Ortaokul için ya Gülnar’a ya da Anamur’a; lise için ise Silifke veya Mersin’e gitmek gerekirdi. Fakirlik yüzünden çok genç, başka yerlere okumaya gidemedi; gidenlerin de bir kısmı okulu bırakıp geri döndü.
Kışlık yiyeceğin büyük bir bölümü yaylalardan temin edildiği için halkın hemen hemen hepsi yazın Libas’a, Irmasan’a ve Şeyhömer’e göçerdi. Orada sergi zamanı üzüm kurutulur, bulgur pişirilir, fasulye, erik, elma ve armut kakı yapılır ve tüm bunlar toprak damlara serilirdi. Bağ bozumunda, üzümler kesilir ve sepetlerle şıhranaya (şırahane) taşınır, üzümler çiğnenir, elde edilen şıra iri pekmez tavalarında kaynatılırdı. Kışın gelen misafire cevizli akide ikram etmek gelenekten olduğu için, tavada bir miktar pekmezi daha fazla kaynatırlar böylece bazen koyuluğundan içinde tahta kaşık kırılan akide yaparlardı. Pekmezler derilere konur, ekin ekilir ve güz sonu elde edilen ürünler birkaç kez merkeplerle Gilindire’ye taşınır; kış bastırmadan kendileri de dönerdi toprak damlı, tek katlı taş evlerine. Elektrik yoktu, su yoktu.
Dar bir alanda kurulmuş olan Gilindire’de fakir ve zengin kişilerin sayısı oldukça azdı. Her aile kendi yağıyla kavrulur, geçinip giderdi. Komşuluk ilişkileri çok iyi düzeydeydi. Gelenlere batırık ya da kısır ikram edilirdi. Birisi ödünç bir şeyler istemeye geldiği zaman, geri çevrilmezdi. Telefon yoktu, okuryazar azdı. Bir kişi, emanet bir şey ya da borç para isteyeceği zaman, kendisi gidemezse, kendisine ait ve karşı tarafın tanıyabileceği (kol saati, mendil, tespih, kimlik vb.) bir eşyasını bir aracı ile gönderdi. Aracı bu eşyayı karşı tarafa ulaştırır ve gönderen kişinin selamını ve ne isteğini söylerdi. Aracının getirdiği nesneye dutu denilirdi. İhtiyaç giderilir ve dutu iade edilirdi. Dutuyu geri göndermemek çok ayıptı ve görgüsüzlük kabul edilirdi. Sayısı oldukça az olan esnafın da halk ile ilişkileri çok iyiydi. Alışverişlerde söz yeterli ve geçerliydi. İnsanların birbirine güveni tamdı. “Söz, namustur” ilkesinden asla vazgeçilmezdi.
Nüfus oldukça azdı. Çocuklar aynı okulda okur, büyükler aynı camide namaz kılar ve aynı dinî kültürü alırdı. Bir ya da iki kahvehane vardı, insanlar buralarda buluşur ve kültür alışverişinde bulunurlardı. Bunun sonucu bir görüş ve düşünce birliği vardı.
1960’li yılların başlarına kadar Mersin-Antalya yolu Büyükalan’dan geçmez dağların dibinden dolaşarak Gilindire-Gülnar yoluna bağlanırdı. Gilindire’den Büyükalan’a günübirlik gidilir ve dönülürdü. Gidiş gelişte, devlet hastanesinin yanında şimdi telle çevrili sit alanı içinde kalan antik yol kullanılır ve Küçükalan’daki derenin sığ yerlerinden geçilirdi.
Mersin-Antalya yolu hizmete açılınca, mal nakliyatı kamyonlarla yapılmaya başlandı. Limanın olmayışı, yüklemenin zorluğu ve maliyet artışı sonucu deniz ticareti de yapılamaz oldu. Sulak arazinin olmaması halkı, hayvancılık yapmaya ya da arpa, buğday, mercimek ekmeye zorlamıştı. Halkın yazları yaylaya gitmesi ile nahiye terk edilmiş bir hayalet kent haline gelirdi.
Bu durum 1960’lı yılların sonuna kadar devam etti. 1964 yılında, Soğuksu’dan Gilindire’ye bir kanal yapıldı ve yıllardır boşu boşuna denize akıp giden Soğuksu Deresi’nden 40-50 metre yükseklikteki bu kanala su pompalanmaya başlandı böylece Gilindire’nin çorak arazilerinde güller açıyordu artık.
1965 yılında da Gilindire’ye tarihi geçmişiyle hiçbir ilgisi olmayan Aydıncık adı verildi. Halk, Gilindire adını kullanmaya devam ettiyse de resmen kullanılmayan Gilindire, tapu kayıtları, nüfus cüzdanları, diplomalar, kitaplar ve anılarda kaldı.
Mustafa B. Yalçıner

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder